23 Nisan Yaklaşırken…
Eğitim, geleceği inşa eden en önemli unsur.
Buna karşılık Türkiye’de çocukların eğitime erişiminin hâlâ çeşitli engellerle karşı karşıya olduğu bir gerçek. İdeoloji takıntılı, liyakat sevmeyen iktidarın MEB’i, en son proje okullarındaki tavrıyla başlı başına bir problem olduğunu bir kere daha gösterdi.
Özellikle sosyoekonomik eşitsizlikler, kırsal bölgelerdeki altyapı eksiklikleri ve özellikle engelli çocuklarımızın yaşadığı zorluklar, okula göndermek yerine çocukların farklı kılıflarla zorunlu eğitime yedirilen çeşitli vakıf ve cemaat oluşumlarının kucağına bırakılmaları, eğitime katılımı olumsuz etkileyen başlıca faktörler... İlköğretim ve ortaöğretimde okullaşma oranı yüksek görünse de bazı çocuklar ekonomik sebeplerle eğitim hayatlarını tamamlayamamakta veya düzensiz devam etmekte.
Engelli çocukların eğitime erişimi konusunda güncel ve kapsamlı istatistikler sınırlı.
Mevcut verilere göre, engelli çocukların eğitime katılımı, engel türü ve derecesine bağlı olarak değişiklik göstermekte. Özellikle ağır engeli olan çocukların okullaşma oranları daha da düşük. Net bir istatiksel bilgi olmamakla birlikte ağır engeli olmayan çocukların da çoğunluğu okuldan ve eğitimden uzak. Dahası erişim sadece engellilerin ve ailelerin azim ve mücadelesi ile doğru orantılı.
Acı bir gerçek olarak eğitime erişebilen engelli çocuklar “şanslı” sayılıyorlar.
Sistemsel katkı yok denecek kadar az. Özel eğitim diye adlandırılan engelli çocukların eğitiminde SGK katkısı yalnızca ayda 8 saat! Söz konusu olan ayda 8 derslik eğitim katkısına fizyoterapi ve çeşitli terapiler de dahil. Ayrıca, kırsal bölgelerde yaşayan engelli çocukların eğitime erişiminde daha fazla zorluk yaşandığı bir başka acı gerçek.
Okullar ve servisler, halen erişime uygun değil birçok yer hatta büyükşehirde…
Eğitim uygulama okullarına denklik verilmemesi büyük problem!
Çocuk festivallerinde engelli çocuklar yok sayılıyor. Oradaki hiçbir aktivite özellikle tekerlekli sandalye kullanan çocuklar düşünülerek tasarlanmıyor.
Oyun alanları, çocuk parkları da öyle…
Bu yetmezmiş gibi…
Geçen hafta Down sendromlu bir evladımız Ankara Eryaman’da bir AVM’nin oyun alanına alınmadı. O işletmede otizmli ailelerin de daha önce bu tür şeyler yaşadıklarını ama önemli sosyal sorunlarla temellenen sebeplerden şikâyet etmediklerini öğreniyoruz. O gün oradaki öğretmenimiz öğrencisini savunmasa bu olaydan da hiçbirimizin haberi olmayacaktı büyük ihtimalle…
Toplumsal tepki ve boykot neticesinde sonraki gelişmeleri takip etmişsinizdir.
Başka sebeplerden dahi olsa işletmenin mühürlenmesi güzel. Buna karşılık bu konuda bilgi aldığım bir avukatın verdiği bilgiyi aynen aktarayım.
“Ayrımcılık, TCK 122’de düzenlenmiştir. Ancak kadük bir madde maalesef. Bir süre önce teknik bir hata yaptılar ve bu maddeye nefret saiki eklediler. Dolayısıyla şikâyet olsa bile birinin bu suçtan ceza alması pek mümkün görünmüyor.”
Konunun her kapsamıyla tüm paydaşları için ders olması umuduyla biz devam edelim.
Anlatmaya çalıştığım gibi çocuk bile olamayan engelli çocukların durumu bu özet olarak!
Eğitimdeki aksaklıklarla birlikte ekonomik şartlar çocukları çalışmaya zorlarken, gelişmiş ülkelerde pek de rastlanmayan “gelecek kaygısının hissedilme yaşı” ülkemizde epey düştü. Dahası, var olma savaşı veren birçok aile çocuklarının çalışmasına muhtaç… Bu da tabi evlatlarımızı vahşi kapitalizmin eline düşürmekte…
Çocuk işçiliği, Türkiye’de halen ciddi bir toplumsal sorun olarak varlığını sürdürüyor.
TÜİK verilerine göre, çocuk işçiliği özellikle tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinde yaygın. Mevsimlik tarım işlerinde çalışan çocuklar hem eğitimden uzak kalmakta hem de ağır çalışma şartları altında fiziksel ve psikolojik olarak zarar görmekteler. Sanayi sektöründe ise genellikle küçük atölyelerde, sağlıksız ve güvencesiz şartlarda çalışan “çocuk işçiler” inkâr edilemez bir gerçeklik... Ayrıca sokakta çalıştırılan veya dilendirilen çocuklar, eğitim hayatından tamamen kopmakta ve sosyal güvenceden yoksun kalmaktalar.
Çocuk işçiliğiyle mücadelede çeşitli projeler yürütülse de köklü çözümlere ihtiyaç büyük. Çocuk işçiliğinin tamamen ortadan kaldırılması için kapsamlı politikalar gerekiyor.
Çocuklarımızın sorunları bitmiyor. İstismarlar, aile içi şiddet, tarikat-cemaat yurtlarında yaşanan iğrençlikler…
Türkiye’yi yönetenler, evde ya da kamusal alanda güç, zorlama veya tehditlere başvurularak işlenen istismar türleri dahil olmak üzere, çocukların maruz bırakıldığı çeşitli cinsel istismar türlerini suç kabul eden ilk yasal enstrüman olan Lanzarote Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden 29 Haziran 2023 tarihinde çıktılar. Bunu da bilin isterim.
Bizi “kıskanan(!)” ülkeler çocuklarına en iyi şartları sağlarken bizim yukarıda anlatmaya çalıştığım konularda çözümden uzak halimiz can yakıcı.
Çocuklarına bayram hediye etmiş bir ülkedir Türkiye!
O vizyonun değeri her geçen gün biraz daha anlaşılsa da…
Çocuklarımız en az büyükleri kadar gelecek kaygısı içinde mutsuz!
“Millî egemenlik” ise işine geldiği zaman kullansın diye sadece bir uzun boylunun erişebileceği rafta duruyor epeydir...
Haftanın Notu:
“Eğitimde feda edilecek bir fert dahi yoktur!”
Mustafa Kemal Atatürk
Millî egemenlik, parlamenter sistem ve kuvvetler ayrılığı ile hayat bulur. Parlamenter sistem ve kuvvetler ayrılığının olmadığı yerde de laik, sosyal, hukuk devleti ve cumhuriyet olmaz. Demokrasi hiç olmaz. Ne mi olur? Ne olduğunu görmen için daha ne olması gerek?
Yorumlar
Kalan Karakter: