Kendinize inanma
Hayat, bazen fırtınalı bir deniz, bazen sessiz bir göl, bazen de akışına bıraktığımız bir nehir gibidir. Kimi zaman dalgalar bizi savurur, kimi zaman da durgun sularda kaybolur gideriz. Ama asıl mesele, bu sularda nasıl yüzdüğümüz, nasıl bir rota çizdiğimizdir. İnsan, dalgalara kapılıp sürüklenen mi olmalıdır, yoksa kendi yolunu kendi çizen mi? İşte burada, bağımsızlık kelimesi yüreğimizin tam ortasına kazınması gereken bir hakikattir.
Engelli olmak, bir yaşam biçimidir, ama bu yaşam biçimi bizi hayattan koparan bir pranga değil, bizi daha güçlü kılan bir sınavdır. Biz bu dünyaya misafir olarak gelmedik; biz de herkes gibi bu hayatın bir parçasıyız, bu yolların yolcusuyuz, bu nefesin sahibiyiz. Ama gerçek şu ki, bu hayatta var olabilmek için önce kendimize inanmalıyız. Kendimize inanmazsak, başkalarının bize inanmasını nasıl bekleyebiliriz? Eğer biz kendimizi gölgede bırakmayı seçersek, kim bize ışık tutabilir?
Biz engelli olabiliriz…
Bazı yollar bizim için daha zorlu olabilir…
Belki bir şehrin sokaklarını gözlerimizle göremiyoruz, ama kalbimizle hissediyoruz…
Belki adımlarımız bilinmeyen bir yolda ürkek olabilir, ama yüreğimiz cesur olmalı…
Şunu çok iyi biliyorum: Bir insanın gerçek gücü, engelleri aşmasında değil, o engellerle birlikte yürümeyi öğrenmesindedir. Çünkü hayatta bazı gerçekleri değiştiremeyiz; ama o gerçeklere nasıl bakacağımızı, onlarla nasıl mücadele edeceğimizi biz seçeriz.
Bazı insanlar bize acıyan gözlerle bakacak, bazıları bize neyi yapıp yapamayacağımızı söyleyecek, bazıları da bize “Sen tek başına başaramazsın” diyecek. İşte en büyük savaş, tam da burada başlıyor. Çünkü bizi en çok yoran, içimizdeki engellerdir. Eğer kendi hayatımızı yönetmeyi öğrenemezsek, bir başkasının yönettiği bir hayatın figüranı oluruz. Oysa biz, kendi hayatımızın başrol oyuncusu olmalıyız!
Bir düşünelim…
Tek başına bir şehri gezemeyen bir insan, o şehrin ruhunu hissedebilir mi?
İş görüşmesine giderken hep birinin desteğine ihtiyaç duyan biri, kendi emeğini ve varlığını tam anlamıyla ortaya koyabilir mi?
Arkadaşlarıyla buluşmaya ailesinden birinin yardımı olmadan gidemeyen biri, gerçekten sosyal bir yaşam kurabilir mi?
Özgürlük, bizim için yalnızca bir kelime olmamalı. Özgürlük, bizim ruhumuz olmalı!
Çünkü bağımsızlık olmadan, kimlik olmaz!
Kimlik olmadan, varlık olmaz!
Varlık olmadan, yaşam olmaz!
Evet, korkularımız olacak…
İlk adımı atarken tökezleyeceğiz…
Bilinmeyen bir yola çıktığımızda tereddüt edeceğiz…
Ama unutmayalım ki, her büyük değişim, biraz korkuyla başlar!
Bir çocuk ilk adımlarını atarken düşer ama sonra yürümeyi öğrenir.
Bir kuş ilk uçuşunda dengesizdir ama sonra özgürlüğe süzülür.
İşte biz de kendi bağımsızlığımıza kanat açmalıyız!
Kendi başımıza yürümeyi öğrenmeliyiz!
Kendi başımıza bir yere gitmeyi öğrenmeliyiz!
Kendi başımıza yaşamanın gücünü hissetmeliyiz!
Çünkü bir gün herkes kendi yoluna gidecek.
Annelerimiz, babalarımız, kardeşlerimiz her zaman yanımızda olmayacak.
O gün geldiğinde, biz kendi başımıza ayakta kalmayı öğrenmemişsek, o zaman ne yapacağız?
Bize düşen, hayata küsüp bir kenara çekilmek değil, kendi yolumuzu inşa etmektir!
Bize düşen, başkalarının yardımıyla yürümek değil, kendi adımlarımızı atmaktır!
Bize düşen, gölgede beklemek değil, kendi ışığımızı yakmaktır!
Hayat, kimseyi beklemez…
Özgürlük, kimseye altın bir tepside sunulmaz…
Bağımsızlık, ancak mücadeleyle kazanılır!
Ve unutmayın…
Bu hayat, herkes gibi bizim de hakkımız!
Bu yollar, herkes gibi bizim de hakkımız!
Bu özgürlük, herkes gibi bizim de hakkımız!
O yüzden, gelin kendi yolumuzu kendimiz çizelim.
Korkularımızı, tereddütlerimizi, başkalarının sınırlarını bir kenara bırakalım.
Gelin, sadece yaşamak için değil, bu dünyada gerçek anlamda var olmak için mücadele edelim!
Çünkü biz sadece birilerinin yardımıyla var olmak için değil, kendi özgürlüğümüzle dünyaya iz bırakmak için buradayız!
Yorumlar
Kalan Karakter: